Evrenin yapısı fraktal bir dodekahedrondur.
Nature dergisi, 2003 yılında, evren ve dodekahedron ilişkisini kapağına taşımıştı. Fakat biliminsanları bu gerçeği değerlendirmeye almama eğilimindeler. Bunu değerlendirmeye alabilseler, karanlık madde gibi gereksiz konseptlere de ihtiyaç duymazlardı. Karanlık madde, evrendeki madde yoğunluğunun anlaşılamaz bir şekilde belli alanlarda yoğunlaşması ve belli alanlarda azalmasını açıklamaya yönelik icadedilmiş anlamsız bir konsepttir. Halbuki, algılayabildiğimiz madde yoğunluğunun (galaksiler, takım yıldızları), fraktal enerji baskılaması ile oluştuğunu anlasalar, bu tip gereksiz ihtiyaçlara da başvurmaları gerekmezdi.
Madde ve karanlık madde yanılgısını, baskı ve baskısızlık olarak değiştirmek, bilimsel anlayışı ileriye götürecektir. Baskı sisteminin mekanizmasını anlamak, karanlık madde gibi gereksiz konseptlere olan ihtiyacı da ortadan kaldıracaktır.
Tabi ki burada, bilimi uygulamaya sadece kendilerinin hakkı olduğunu savunan ve onun bekçiliğine soyunan kurumların, tüketime dayalı, aydınlanmayı desteklemeyen ana sistemden bağımsız olduğu yanılgısına düşmemek gerekmektedir. Nasıl ki emperyalizm, askeri endüstriyel kompleks, dünya hükümetleri, sağlık, medya, eğitim ve diğer sektörlerin hepsi örümcek ağının birer parçaları ise “bilim” de bu çarpık sistemin bir parçasıdır. Hele ki bugün, bilimsel araştırma yapan grupların, konu ile direk ilgili alanları ya da verileri kendi acendaları doğrultusunda keyfi olarak göz ardı etmesi ve bu araştırmaları istedikleri sonuçları ortaya koyacak şekilde sunmaları, bilimin de hangi merciler tarafından kontrol edildiğini gayet açıklamaktadır.
Hatta mevcut sistemik virüs bugün spiritüel gelişim alanına da bulaşmış durumdadır. David Wilcock gibi bazı araştırmacılar, burada yazdığım bilimi de çarpıtarak dodekahedron ilişkisini oktahedron ilişkisi ile değiştirip, yanlış bir şekilde izah etmekteler.
2003 yılında Nature dergisinde yayınlanan araştırmada, evrenin yapısını anlamak için yapılan testler izah edilmiştir. Güneş sistemimizin dışında (Oort bulutu dışında) bulunan kozmik mikrodalga ışınlarının haritalaması ile çıkarılan evrenin haritasındaki ısı farkları gözedilerek oluşturulan madde yoğunluğu (galaksi yoğunluğu) haritası, farklı geometrik ve platonik sistemler ile ilişkilerinin olup olmadığı test edilmiştir. Yapılan testlerde, hiçbir geometri ve form bu ilişkiyi göstermezken, dodekahedron formunun evrenin yoğunluk haritası ile bire bir üstüste oturduğu saptanmıştır. Fakat bu formun altın oran bazlı fraktal yapısına değinilmemiştir. Çünkü bunu da söyleseler, en kadim sırlardan birisini açıklamış olacaklar. Fakat bu bilgiyi de farklı yerlerde bölük pörçük vermeyi ihmal etmiyorlar…
New Scientist dergisi kapağına, “Fraktal Evren” haberini ve resmini koyabiliyor. Fakat hiçbir zaman tüm parçaları birleştirip, bir bütün olarak birarada insanlara vermeyecekler. O zaman global politikaya ters düşmüş olurlar. Herkes evrenin yapısını, bunun altındaki bilimi öğrenirse, bütün sistemler sallanmaya başlar. Herkes inancını sorgulamaya başlar. Tabiki amacımız kimsenin inancını değiştirmek değil fakat gerçek bilimin, bugüne kadar saklanan bilimin er geç ortaya çıkacağını düşünüyorum. Bu bilim Türkiye’de ilk kez “Fraktal Alan Bilimi” kapsamında izah edilmektedir. Daha önceki yazılarda da farklı perspektiflerden bu konuya değinildi.
Daha da ilginci, Kasım 2017’de başka bir Nature sayısında çıkan bir haberde, yapılan testlerde (hayali olan) karanlık madde ile ilgili herhangi bir ipucu bulunamadığı belirtiliyor. Bir çok bilimsel araştırmada (CERN, Gran Sasso Ulusal Laboratuvarı, Avrupa Partikül-Fizik Labaratuvarı, Uzay Teleskopları…) karanlık maddeye dair 80’lerden beri(!) hiçbir ipucu bulunamadığı ifade ediliyor.
Acaba bilimsel anlayışı ve bilimin sponsorlarını fazla mı büyütüyoruz gözümüzde? Yoksa bu sistemin tepesindeki insanlar sandığımızdan da daha zeki ve farklı gündemlerden (acendalardan) dolayı mı bu tip aptalca konseptlerle insanları oyalamaktalar? Zira, gözümüzün hemen dibinde var olan bilimi, insan topluluğundan gizlemeyi tercih etmekteler. Ki, doğada zaten var olan bu bilim, sosyal bilimlerdeki tüm eksiklikleri ve problemleri çözebilecek nitelikte. Yapılması gereken, doğanın içinde var olan zekayı anlamaya çalışmaktır.
Atomik tablodaki yapılardan tutun, DNA’ya, Güneş Sistemimizin yapısına ve evrenin yapısına kadar bu bilim, ölçülebilmektedir. İşin daha da ilginci bu bilimi ölçmekle ve öğrenmekle kalmayıp, hayatımıza da entegre edebilmekteyiz. Önemli olan bu enerji alanlarının nasıl oluştuğunu ve ne şekilde kullanabileceğimizi bilelim. Aslında Kutsal Alan kavramının bugün nasıl oluştuğunu biliyoruz. Teknik olarak bu alanları oluşturabilmekteyiz. Kutsal alan, yapıcı enerji paylaşımının maksimize edildiği bir alandır. Nasıl ki piramitlerin yapıları, kadim tapınakların yerleri ve geometrileri, tarihi kiliseler, camiler ve diğer ibadethaneler belli prensipler ile geçmişte inşa edildilerse, biz de bugün bu prensipleri uygulayacak kapasiteye sahibiz. Üniversitelerin mimari bölümlerinde (sistemin işleyişi gereği doğal olarak) verilmeyen bu bilgiler, artık gizli değil.
Ezoterik ve mistik öğretilerde çokça karşılaştığımız, zihin ve evren bağlantısını, bilimsel olarak açıklayabilmekteyiz. Esas olan, teknolojik gelişimi, toplumun yararına, ruhsal gelişimine ve farkındalığını arttırmaya yönelik kullanabilmektir. Bu bilimi de bir felsefe taşı olarak, her anlamda simyasal bir dönüşüme kullanabileceğimize olan inancım tamdır.
Eğitim detayları için tıklayın.
2019 Ezoterik Prag turumuz harika geçti. Detaylar ve fotoğraflar için tıklayın.
3 Comments